Home / Basında Külliye / Şehir ve insan ilişkisi anne-çocuk ilişkisidir

Şehir ve insan ilişkisi anne-çocuk ilişkisidir

112

‘Ses ve Yaz’ kitabıyla şehrengiz yazma geleneğini sürdüren Nazım Payam ile şehir ve şehirli olmak üzerine Serdar Arslan konuştu..

Şehir ve şehirlilik üzerine yazdıklarında, vefa gibi asli duyguların yanında ‘ben’i ‘biz’e çevirmek kaygısı olduğunu söyleyen Nazım Payam’la, şehri var eden ve bizi de şehirli yapan ayrıntılara dair konuştuk.

Şehir-şair-şiir… Bu üçlemenin sizin dünyanızdaki karşılığı nedir? Bu kavramlar arasındaki ilişkiyi kendi dünyanızda nasıl kuruyorsunuz?

“Ş” harfinin bu üç kelimesi bende kalem, defter ve silgi bütünlüğünü çağrıştırır. Birinin yokluğu ötekilerini eksik veya karalanmış bırakır. Beklenilen geldiğinde yeterli muhabbet gösterilmez. Yahut muhabbeti, içe sindirecek, anlatılacak kıvamı bulamayız.

Günümüz şairleri -sonradan da olsa- zihniyet itibariyle genelde şehirli vasıflarla bezenmişlerdir. Şiirlerini şehirden emdikleriyle sunarlar. Bu münasebettendir ki son yüz yıl edebiyat tarihine imzasını atmış şairlerimizin fevkalade şehir bilinci taşıdıklarına inanırım.

Yahya Kemal, Ahmet Hamdi gibi derin soluklu şairlerin şehirlerle ilişkileri malum. Sizin şehirle ilişkiniz nedir, nasıldır?

Yahya Kemal’in Aziz İstanbul’u Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’i bu atmosferin ipuçlarını veriyor, dikkatlerimizi yaşadığımız şehrin geleneklerine, tarihine, kültürüne, sanat ve sanatçılarına çekiyorlar. Bu eserleri okuduktan sonra onların şiirlerini daha derin anlama imkânı buluyoruz. Bu da gösteriyor ki günümüz okuru bir şairin yalnızca şiiriyle yetinmiyor, şairinden aynı minval üzere düzyazı da bekliyor.

Şehirde herkes bir şeylerin eğilimindedir. Herkesin bir “özel”i var. Ses ve Yazda bunlara değinmeğe çalışmıştım: Kimileri ticaretle, sporla, şans oyunlarıyla; kimileri magazin dedikodularıyla, televizyon dizileriyle; kimileri politikayla karışmak ister topluma. İçinde bulunacakları ve kendiliğinden beslenecekleri ortamı bu istekleri doğrultusunda oluşturuyorlar. Bense edebiyatla doldurmaya çalışırım atmosferimi. Edebiyatçılar arasında toplumun bir parçası olmak enerji verir, huzur verir bana. Edebiyatın zarafetiyle, birikimiyle bezenmişler sabır ve dikkat uyandırırlar bende. Eğer sanatçı veya sanatsever dostlarımla birlikteysem bir şiirin mısraına, metnin diline, romanın kurgusuna, yazar mukayeselerine bütün günümü ayırabilirim. Onlarla aydınlanır, tamamlanır, yeni eserlerin, eserlerle izdivacın izini sürerim. Bu da ancak şehirde olabilecek bir olgu.

Her şairin içinde yaşadığı veya yaşattığı şehirler var. Sizin şehirleriniz hangileri ve o şehirler neden sizin?

İçinde yaşadığım şehir; Elazığ, hayalimdeki şehir; İstanbul. Diğer bütün şehirlerimiz iki şehrin arasına dizilmiş incilerdir. Bu tablo, sakın size birinin ötekine üstünlüğü, diğerlerine duyulan muhabbet eksikliği anlamı çıkartmasın. Bu, sadece anılarımızın, uğraşımızın ve arzularımızın zorlayıcı tercihindendir. Elbette, ülkemin şehirleri vücudumun uzuvları gibidir. Birini görmezden geldiğimizde, körlüğümüzün nelere sebep olacağını bilirim.

Türkiye’ye de dünyaya da, Türkiye’yi ve dünyayı ilgilendiren her şeye de Elazığ’dan bakıyorum. Şartlar beni böyle bakmaya zorluyor. Keşke hayalimin şehri İstanbul’dan da baksaydım bakmam gerekenlere… Keşke İstanbul’da bir kültür sanat mahfiline dâhil olabilseydim… Keşke eserlerine imrendiğim sanatçılarla tanışabilseydim… Burada ‘peki neden hayalinizdeki İstanbul’da yaşamıyorsunuz’ sorusu akla gelebilir. Göç cesaretin eylemi; birçok şeyi silme ve yeniden başlatma işi. Bir de ‘kendime bir ayakkabı alayım’ dediğimde bile ‘ya bize’ diyenlerim var. Onları da katabilir miyim bu hayalime.

Yazılarınızda, samimi bir üslupla yazılmış şehrinize dair ayrıntıları okuyoruz. Bir yeri şehir yapan özellikler böylesi ayrıntılarda mı gizlidir?

Yahya Kemal’in “Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir” mısraı tarih, dil, kültür ve ülkü bütünlüğüyle ilgili anlatacaklarımıza ket vurup düşünmeye yönlendiriyor bizi.  Yine de bir iki cümlelik konuşayım: Güzellik, zarafet, kalıcılık ayrıntılardan gelir. Sinan’ı, Mimar Sinan; Buhurizade Mustafa’yı, Itrî;

Muhammed Celâladdin’i, Mevlânâ; Yunus’u, Bizim Yunusyapan ayrıntılara vakıf olmalarıdır. Şehirler de öyle; ayrıntılarla kimlik edinirler.

Edip Cansever’i “Mendilimde Kan sesleri” şiiriyle anmanın zamanı:

Ah güzel Ahmet abim benim

İnsan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

Suyunda yüzen balığa

Toprağını iten çiçeğe

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine

Bize mahsus ayrıntılarla derinleşir, dal budak verir şehirlerimiz. Ve âdeta ruhumuzu somutlaştırırlar. Ankara, Bursa, Konya, Urfa, Antep, Rize… denildiğinde, oralardan zihnine bir şeyler damlıyorsa, o şehirlerimiz kimlikli şehirlerimizdir. Ankaralı, Bursalı, Konyalı, Urfalı, Antepli, Rizeli… denildiğinde, oranın yerlilerini tahayyül edebiliyorsan sen bu ülkenin çocuğusun demektir.

2008 yılında yayımlanan Şehrin Eylül Tarafı ve bu yıl yayımlanan ikinci deneme kitabınız Ses ve Yaz, daha çok kendi dünyanızdan şehrinize ve şehrinizden dünyanıza uzanan yolculuklardan oluşuyor. Bu ısrarlı yolculukların nedeni, şehrinize olan vefa borcunuzu ödemek mi? Yoksa tüm şehirlere olduğu gibi sizin de şehrinizin hafızasına yapılan saldırılara karşı bir direniş mi?

Ses ve Yaz’ı çağdaş şehrengizler geleneğinin bir devamı niteliğinde arzuladım.

Edebiyatımızda çağdaş şehrengizleri başlatan olarak Yahya Kemal’i bilirim. Yahya Kemal’in Aziz İstanbul’undan sonra Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’i, Mithat Enç’in Gaziantep’i anlatan Uzun Çarşının Uluları, Ahmet Turan Alkan’ın Altıncı Şehiri, Özkan Yalçın’ın Amasya’yı anlattığı Yedinci Şehir, Emir Kalkan’ın Kanatsız kuşlar Şehri… İmrenerek ve zevk narkozu almış gibi okuduğum eserlerdir bunlar. Her biri şehrinin farklı inceliğinden yola çıkmıştır. Kimi tarihinden, sanatından; kimi anılarından; kimi divanesinden, esnafından; kimi sıradanının geleneği içinde gizlediği ayrıntılardan… Ama hepsi de meydanda buluşmuşlardır. Meydanda buluşmalarıdır dikkatlerimizi çeken.

Düzyazıdan şiir nasıl çıkarılır? Bu sorunun cevabını da bu eserlerde görebilirsiniz.

Ben de şehrimin eylül tarafından yola çıkarak edebiyat serüvenimle dâhil olmak istedim bu kervana. Dâhil olabildim mi olmadım mı? Buna karar verecek erbaptır, okurdur.

Evet, ısrarlı yolculuğumda vefa’dan tutunuz da ben’i biz’e çevirecek birçok sebep vardır. Beş Şehir’in Sırrı denememde Tanpınar’ın arayışını anlatırken galiba biraz da kendimi anlattım: Şehirde büyük yapılar, sanat eserleri, doğal hayat, olaylar, olgular insanla yenilenir. Zaman, yeni nesillere ihtiyaç duyan şehre ne yaparsa bir benzerini de şehirliye yapar. Şehir ve insan ilişkisi anne-çocuk ilişkisidir. Bazıları bunu umursamıyor, yerlinin şehir muhabbetini, mazi muhabbetini bugünün mücadelesinde anmak istemiyorlar. Hurdacı dükkânı gibi algılıyorlar maziyi. Kendileri nasıl besleniyorsa herkesin öyle, ayaküstü beslendiğini zannediyorlar. Modernliği, yeri yurdu belirsiz gezginde umuyor, her tarafa yayvan kıvraklığı döşüyorlar. Oysa “modern” denilen bebe nerede ve nasıl doğar? Ebesi kimdir? Kimlerle gelişip serpilir? Netice itibariyle neye karışır. Pekâlâ, bir şehrin -mesela İstanbul’un- geçmişinden bugününe bakarak onlarca cevap verebiliriz. Ama asıl mesele hafızanın sağlamlığı…

 

Serdar Arslan sordu

Dünya Bizim

Haberin linki

Check Also

100

DİJİTAL ARŞİVİMİZİ YENİLEDİK

                              …

Bir Cevap Yazın